top of page

Selçuklular'dan Osmanlı' ya Türk Tarihinde Mentörlüğün Temelleri

Güncelleme tarihi: 1 Eki 2023

Akıl hocalığı (Mentörlük) yeni bir süreç olmayıp, insan gelişiminin en eski yöntemlerinden birisidir. İnsan yaratılışının itibaren bilgisi ve tecrübesi daha fazla olanlar daha genç ve tecrübesiz olanlara hayatlarında yapmak istediklerine nasıl ulaşacaklarını göstermek adına sürekli olarak yardımda bulunmuşlar ve onlara yol göstermişlerdir. Ancak günümüz yönetim anlayışında dile getirilen akıl hocalığı (Mentörlük) kavramı 3500 yıllık bir Yunan mitolojisine dayandırılmakta ve akıl hocası ve himayesinde bulunan kişi (mentee/menti) ile ilgili yönetimsel çıkarımlar bu mitolojik hikâye doğrultusunda anlamlandırılmaktadır.


Ithaca kralı Odysseus Truva Savaşı için Ithaca’dan ayrıldığında çok sevdiği oğlu Telemachus’u en güvendiği arkadaşı Mentor’a emanet etmiş ve oğlunun gelişimi, yetiştirilmesi ve desteklenmesi ile ilgili olarak Mentor’u görevlendirmiştir. Mentor'un görevi Telemachus'u eğitip bilgilendirmek ve Ithaca kralı olarak yetiştirmekti. Yıllar sonra Mentor, koruyuculuk görevinin ötesine geçerek, Telemachus’un özel öğretmeni ve güvenilir bir akıl hocası konumuna gelmiştir.


Ancak bu mitolojik hikâyenin dışında kendi tarihi yaşantımız içerisinde var olan ve devletin devamlılığını sağlama hususunda önemli bir yer teşkil eden atabey/lala sistemine dikkat etmek gerek. Selçuklularda Atabey, Osmanlılarda ise Lala olarak adlandırılan sistem Melikleri/Şehzadeleri sultanlığa hazırlamak için kullanılmış olup, bu sistemin literatürdeki tarihsel açıklamasında eski Yunan mitolojisine dayandırılan mentörlük sistemi ile benzerlikleri bulunmaktadır. Özellikle aile şirketlerindeki uygulamalar açısından önem arz eden bu yöntem, kurumsal şirketlerde kurgulanırken de bazı hususların dikkate alınmasını gerekli kılabilmektedir.


Bu eğitim sürecinde geleceğin padişahları en mükemmel şekilde yetiştirilmeye çalışılmıştır. Geleceğin padişah adayları, bir taraftan devlet idaresini öğrenirken, diğer taraftan şiir yazabilecek kabiliyeti kazanmış; askerî eğitimle birlikte, beste yapabilecek kadar musiki dersi almaları ihmal edilmemiş; millî sporlarla uğraşarak eğlenirken, ilmi/bilimsel kitaplar yazabilecek seviyeye de gelmişlerdir. Yani, mentörlük sistemi içerisinde zikredilen kariyer ve psikolojik fonksiyonların, lalalık sistemi içerisinde de var olduğunu söyleyebiliriz.


Ata ve bey (beg) kelimelerinden oluşmuş olan bu Türkçe unvan ilk önce Selçuklular devrinde ortaya çıkmıştır. Bu unvanı taşıyan ilk adam Nizamülmülk'tür. Selçuklu sultanları bilhassa uç eyaletlerini aile fertleri arasında taksim ederken, henüz yaşları küçük olan şehzadelere vasî ve mürebbi sıfatı ile bir atabey tayin ediyorlardı. Atabey, atabeyi tayin edildiği şehzadeyi en geniş yetkilerle eğitirdi. Gayet tabii olarak askerî terbiye esastı. Kültür dersleri şehzadenin istidadına göre düzenlenirdi ve ikinci derecedeydi. Ancak Nizamülmülk, siyasi ve askeri sorunlarla o kadar meşgul olmuştur ki, Melikşah’a çok yararlı olamamıştır. Atabeyler sahip oldukları iktidarı daha fazla ellerinde toplamaya ve sultanın denetimini zayıflatmaya başladılar. Nitekim merkezden kopuk atabey devletlerinin ortaya çıkması Selçukluların çökmesinin başta gelen sebeplerindendi.


Osmanlılar kendinden önce diğer Türk ve Müslüman devletlerinde olan müesseseleri devrin şartlarına uydurarak devam ettirdiklerini biliyoruz. Bu çerçevede giriştikleri fetih hareketlerini düzenli bir biçimde sürdürmek ve elde edilen yerlerde de idareyi temin edebilmek için ihtiyaç duydukları müesseseleri geliştirmeye çalışıyorlardı. Bunun için hükümdarın oğullarının hepsini eğitecek bir düzen kurdular, böylece iktidara hangisi gelirse babasının hem hükümet hem de askeri işlerini aksatmadan devam ettirebilecekti.


Osman Gazi bütün mücadelelerinde yanında bulunan kendi arkadaşlarını oğlu Orhan'a yardımcı olmak üzere vazifelendirmişti. Ancak 1302’de Orhan Gazi’ye Karacahisar sancak beyliği verildikten sonra burayı Germiyanoğulları’nın saldırısından korumaya da görevlendirilmesi ve bu vazifeye Saltuk Alp ile birlikte atanmış olması olaya değişik bir boyut kazandırmaktadır.


Selçuklularda görülen örneğin benzerini Osmanlı döneminde de göstermek mümkündür. Çelebi Mustafa ile kardeşi Murad arasında yaşanan kardeş kavgasında Lala Şarapdarzade İlyas’ın rolünün var olduğu tarih kitaplarında yer almaktadır. Ayrıca çok yetkin olmamasına rağmen 2. Selim’in tahta çıkmasını sağlayan Lala Kara Mustafa Paşa’da yine aynı çerçevede olumsuz bir örnek olarak değerlendirilmektedir.


Kendi menfaatlerini ön planda tutarak, şehzadeye ve kuruma yarar sağlamanın ötesinde şahsi kariyerini hedefleyen bir lala sistemin maksadına aykırı olması nedeniyle olumsuz sonuç doğurması aşikardır. Lalalar, lalası oldukları şehzadenin padişah olmasını can-ı gönülden arzu ediyorlar ve onların tahta çıkabilmesi için her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışıyorlardı. Zira büyük bir ihtimal ile genellemek doğru olmasa da, şehzadesinin padişah olması demek lalasının da kısa süre sonra veziriazam olması demekti.


Bu da göstermektedir ki, lalaların şehzade üzerinde nüfuzunun olması nedeniyle, şehzadelerin çocuk denilecek yaşta sancağa gönderildiği dikkate alınır ise, lala olarak seçilecek kişinin kişiliğinin iyi irdelenmesi gerekmekteydi.


Bir lalanın hangi şahsî kabiliyet ve vasıflar ile donanmış olması gerektiğini edebî bir üslup ile Celalzade Mustafa’nın Selimnâme adlı eserinde bulabiliyoruz. Manisa'da sancak beyi olarak bulunan Kanuni'ye lala olarak tayin edilen Kasım Paşa şöyle tanıtılıyor: Bu zat o dönemde olan iyilerin yüzü suyu, kemal ve irfan sahiplerinin parlak gönüllerinin misk kokusu ve amber işaretleri, iyilik ve olgunluk madeni, aydınlık hoş gönülleri,  saygı ve şeref kaynakları, önceki ve sonrakilerin ilmini kendinde toplayan, gizli ve açık fenlerde zor meseleleri çözen anlaşılması çok zor problemleri kaldıran, tenkitçi yaratılışı, ince meseleleri anlayan nüktedân, tatlı dilli, olgun, yumuşak huylu zihni hayâl üreten ve cevher saçan, faziletli çeşitli haber verendi. İnsaf ve adalette bizzat eşsiz Lokman, yumuşaklık ve zekâda Aristo tedbirli, işleri yürütmede Asaf düşünceli, kapalı meseleleri halletmede zoru çözen, kanunlarda anlayışı sağlam, usul ve merasimde zihni muhkem ve sağlam, işlerin gerçeklerine muttali (bilgisi olan), gizli sırları bilen, o dönemde ikisi de en üstün en akıllı idiler.


Lala olarak atanacak kişiler, Divan-ı Hümayun tarafından belirlenir ve padişaha sunulurdu. Nihayetinde sancağa gönderilmesiyle beraber şehzadenin yetiştirilmesine ve gelişimine nezaret edecek olan lala önemli bir konumda bulunmaktadır. Bu öneminin yanı sıra lala, şehzadenin gelişiminde rol alan tek kişi değildir. Şehzade hocası, musahip, nedim ve daye olarak isimlendirilen diğer kişiler de şehzadenin gelişiminde rol almaktadır.


Fatih döneminden sonra kurumsal bir hale getirilen lalalık sistemi protokol içerisinde yer edinmiş olan ve sancağa gönderilmesi sonrasında valide sultana sağlanan gelir kadar kendisine gelir tahsis edilen bir yapıya büründürülmüştür. Daha düşük dereceli şehzade sancağında bulunan şehzadeye tayin edilen bir kişi bir üst dereceli şehzadenin defterdarlığına sonrasında da sırasıyla lalalık ve defterdarlık mevkilerini icra ederek padişah namzedi şehzadenin lalalığına getirildiği görülmektedir.


Hatta kayıtlara bakıldığında bir şehzâdenin aynı anda birden fazla lalaya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunun en bariz misali 2. Murad'ın tahtını oğlu 2. Mehmed'e bıraktığı sırada hem Zağanos hem de Şehabeddin Paşa'lar lalalığında bulunuyordu. Daha sonra babası tekrar başa geçip oğlunu Manisa'ya gönderdiğinde yanında Kasabzade Mahmud ve Nişancı İbrahim Paşa lala olarak bulunmaktaydı.


Sancağa çıkarılma usulünde şehzadelerin aldığı uygulamalı idarecilik eğitimini öne çıkarmaktadır. Devlet işlerine ve idaresine beceri kazanmak için sancağa gönderilen şehzade, burada teorik bir eğitimden ziyade, pratik bir sisteme tabii tutulmaktaydı. Günümüz kaymakamlık stajlarına biraz benzemekle birlikte, derslerin ve hocaların çeşitliliğiyle yetkilerin fazlalığı açısından farklıdır. Şehzadeler burada tam anlamıyla devlet başkanı eğitimi ve stajı görmektedirler. Şehzadelerin bu şekilde yetiştirilmeleri, kendilerinin hükümdarlıkları zamanındaki başarılarında da etkili olmuştur. 17. asırdan itibaren sancaklara gönderilmeyip sadece saray eğitimine tâbi tutulan şehzadelerin birçok konudaki acemilikleri ve işlerdeki sabırsız kararları, devletin duraklamasında önemli rol oynamıştır.


Profesor Dr. Uğur ZEL

Gotogemba - Eğitmen ve Mentor

110 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page